28 Aralık 2011 Çarşamba

MAAŞ ZAMMI AÇIKLANMADAN RUHUMU ARINDIRDIM AŞKLA

Hiç bir şey bilmezken bu hayata dair, Gorbaçov’un adını televizyonda çok sık duyduğum günlerde babama sormuştum sosyalizm ne diye, o da bana kıt kaynakların adaletli paylaşımını açıklamıştı, çok iyi anlamıştım, çok sevmiştim sosyalizmi ve Gorbaçov’u..
Aynı şekilde hissetmek istiyorum şimdi maaş zammı açıklanmadan birkaç gün önce, günümün dokuz saatini sattığım şirketten bir armağan bekliyorum, istediğim armağanı nasıl olsa vermeyecek diye de oturdum günlük yazıyorum. Aynı şekilde hissedilmiyor işte, ben yine paylaşmak istesem de kıt kaynakları hep daha fazlasını talep ediyorum, her tadı almak istiyorum bu dünyadan


Maaş zamları açıklanmadan birkaç gün önce
Beklemedeyiz
Olmayacak böyle
Ruhum zam beklerken çok pis geldi bana
Zamlar açıklanmadan ruhumu arındırmak için
Bu yüzden sana geldim sevgilim
Nasılsa zamlar tatmin edici olmayacak
Yine bir şeyler eksik kalacak
Manevi yanım için
Ceplerimi aşkla doldurmaya geldim
Kıt aşkını benimle paylaşır mısın?

22 Aralık 2011 Perşembe

Ayurvedik Aşk Analizi

Mail attım cevap bekliyorum
Bir dereotlu poğaça

Cevap hala gelmedi
İki bar çikolata

İçim bayıldı hala ses yok
İnce bellide açık çay

Okundu mesajı geldi
Eti peynirli çubuk

Hala bir şey yazmadı
Bol kremalı neskafe
2 top Rafaello

Artık bekleme Öz , bir şey yazmayacak
Sade türk kahvesi ve soğuk bir bardak su

Gırtlak ile ilişkim
Yeni yeni görüştüğüm çocukla olan ilişkimden daha duygusal
Bu bağ nasıl bir bağ
Görüyorum anlıyorum
İçindeyim
Hissediyor ve yaşıyorum fakat
Engel olamıyorum

İpler kimin elinde ??

5 Aralık 2011 Pazartesi

Svagito Efekt

4 Aralık Pazar akşamı 'Zen Terapi' den çıkışımız çook uzun sürdü,  çember şeklinde elele tutuştuğumuz zaman kimse bırakıp gidemediğinden, bu eğitimi bitiremediğinden, Svagito son dansımız için Djliğe devam etti. Elif’in deyişiyle ‘çok cheesy’ müziklerle dans ettik,  ‘Svagito'yla son dans’  ‘Paris’te son tango’ kadar vahşiydi.

‘‘Çünkü ayrıılmanın da vahşi bir tadı var, çünkü ayrılanlar hala sevgili’’  (Atilla İlhan)

Uzuun bir tatilden döndüm sanki, 2 Aralık Cuma akşamı başlayan ‘Zen Terapi’ serüveni, 4 Aralık Pazar akşamı saat altı buçuk gibi sona erdi.. Sadece bir haftasonu dönüp bakınca.. .

Ama hissediyorum ki çook uzun bir tatilden eve dönüyorum, daha önce hiç görmediğim şehirlere gittim, sokaklarında kilometrelerce yürüdüm, bir sürü yeni yüz gördüm, anılar biriktirdim.. Bambaşka bir dünyalar varmış..

Sadece üç gün..  Uzuun bir seyahatten eve dönüyorum, gördüklerim bir pencere açıverdi ve biliyorum o pencerenin arkasında gizli bir yenisi daha..

Şehirdeydim, uzaklaşmadım, çok uzun bir yoldan eve dönüyorum. Ev beni bir başka karşılıyor bu akşam. Bu  kadar uzağına düşmediğimden önceden,  bu kadar da içine içine girmemişim evdeki odaların, mutfaktaki tozlu rafların.

Atilla İlhan ile başlamışken devam edelim..
Başka diyarlara gitmek ya da kendi içinde bir yolculuk..
Hepsi,  O olmayan sevgiliye, yani sevginin eksikliğine bir çiçektir hediye.

dinle böceğim,
uzun bir seyahate çıkacağım, hareketimden
evvel bazı şeyleri söylemek arzusundayım.
Yokluğum fazla uzayabilir, zaman zaman,
dediklerimi dinleyerek saptarsın ki: hayatta
kimse kimseyi anlayamaz, kimse kimsenin yerini
tutamaz; aşk dediğimiz, ya vahim bir yanlış
anlaşılmadır, ya kötü bir hayal kurma tarzı:
iki kişinin ikisi de, öbürünün yerine hayal
kurmaya kalkıştığından, sukut-u hayaller eksik
olmaz! Sen dediğime kulak ver, kendimizden
başkasını sevemiyoruz; sevdiğimiz,
şahsiyetimizin dışlaştırılmış, bir başkasının
üzerinde somutlaştırılmış hayali; o başkası da
kendisini üçüncü bir şahıs üzerinde
dışlaştırır, somutlaştırır: arada ahenk
kurulamaz, nasıl kurulsun, sevdiğimizle
sandığımız farklı! Muvaffak bir çift,
yalnızlığa tahammülü yüksek iki insan manasını
taşır: çift demek, yanyana iki yalnızlık
demek, beraber bile olamamış, kesişmesi bile
zor! Onun için böyle bir hayatı, içine girip
kurbanı olmadan yaşayacaksın, yani uzaktan.
Uzaktaki, soyut, hemen hemen yok bir şahsı
sevmekten güzelini tasavvur edemiyorum.
Yakında olmayan sevgili tahayyülde yaşatılır,
hayalde yaşamak az evvel açıkladığım kaideye
uygun olarak, onu kendine benzetmektir;
yanında bulunmayacağından, o buna ne itiraz
edebilir, ne müdehale: sevdiğini hayalinde
değiştirdikçe, kendine benzettikçe daha çok
seversin, böylece denge korunmuş olur. Sevmek!
Sevmek esasında alıp başını gitmektir,
sevgiliden uzaklaşan mutlak aşka yaklaşır,
sevdiğini gönlünde kendi bildiğince yeniden
yaratarak. . .

Atilla İlhan

2 Aralık 2011 Cuma

Taytımın Ağı Delik !!

2 Aralık 2011’de yazıyorum ama bu hikaye 30 Ocak Cuma 2009 akşamı olanları anlatır J

Haftanın tüm yorgunluğunun üstüne kışın ağırlığını da omuzlarıma yün yorgan gibi örtmüşüm o gün, canım hiiiç bi’ şey yapmak istemiyor, işten zor attım kendimi Esin’lerin (Özdemir olan) evine.. Canım sıkılıyor arkadaşlarımla sıcak bir muhabbet edesim var, canım sıkılıyor onların yanında bile kalamıyorum, bir kaç gün öncesinden plan program yapılmış Teresa’nın balıkçıda doğumgünü var, canım istiyor orda olayım, canım sıkılıyor, balık muhabbetine bile gelmeyeceğim, bilmiyorum ne istiyorum ne istemiyorum, nasıl hissediyorum hiiç bilmiyorum..

Esin’lere vardığımda onlar hazırlık telaşındalar , Teresa’nın doğumgünü için hazırlanıyorlar, uzun bir yol var gidilecek, Cuma akşamı da Avrupa yakasına geçmek gerçekten sabır ve azim işi, aksi takdirde insan aklını Altunizade köprüsünün altında kaybediverir. Esin’in peşinden dolanıyorum evde, o hazırlanıyor, işleri var , koşturuyor, o çamaşırı alıp şu dolaba koyuyor, makyajını yapıyor, ben de sanki 4 yaşındayım ayaklarının altında dolanıp konuşuyorum öylesine.. Evet evet aynı his o mini minnacıkken hissettiklerimle...

Birden hiçbir yerde olmak istememe hissim, Yoga’da olmak istediğimi hatırlatıyor bana..
-Esiin, taytın var mı? Bana bi tayt verir misin?
Esin el çabukluğu ile dolaptan koyu gri bir tayt çıkarıp verdi, bi’ de yüzücü atlet..
-Teşekkürler canım, benim bu akşam yogaya gidesim var. Gelmicem doğumgününe..

Esin Ahmet ben çıkıyoruz yola, ben Fındıklı’da zıplayacağım arabadan  , onlar Cibalikapı’ya devam edecek. Şansımıza trafik çook da zorlu değil. Aklı selim bir şekilde Avrupa yakasına varıyoruz. Fındıklı’da Akbank’ın önünde arabadan inince kendimi yuvaya varmış hissediyorum. O gün Zeynep Çelen ile freeform dersine gireceğim. İlk defa hocanın yönlendirmeleri olmadan kendi yogamı yapacağım. Bakalım nasıl olacak? Zeynep geçen hafta beni yüreklendirmişti, yoksa hayatta bu derse gelemezdim..

Derken stüdyoya çıkmak üzere asansöre bindim,  vaktim var, hiç koşturmadan dördüncü kata çıktım, rahat rahat tuvalete girdim, ellerimi köpürterek uzun uzun yıkadım, pabuçlarımı kapının önünde çıkardım ve resepsiyonda ders kaydımı yaptırıp soyunma odasına çıktım. Üstümü çıkarırken aklım kim bilir nerdeydi ama o an’da değildi , orası kesin. Pantolonumu çıkardım, Esin’den aldığım taytı giyerken O NE? Tayt delik, taytın ağı delik, Esin bu ne yaaa, offffff.. Taytın ağındaki bu minik delik beni o an’a taşıdı. ‘Şu anda yoga dersi için Cihangir Yoga’nın soyunma odasındayım, derse girmek istiyorum, derse ancak delik bir tayt ile girebilirim. Ya da usul usul eve giderim.’ Bir anlık duraksama akabinde sükunet ile dedim ki kendi kendime  ‘Delik tayta da ‘‘Evet’’, delik taytın altından görünecek beyaz dona da ‘‘Evet’’ Ben başkasının beyaz donunu yoga yaparken görsem bu beyaz donu görünen kişiden ne eksiltir? Hiç bir şey. O zaman benden de bir şey eksilmez’ dedim ve giyindim. Artık minik bir sırrım vardı alt katta dersi beklemek üzere inerken merdivenlerden ben, taytımın ağı delikti ve bugün tanımadığım insanlar benim sırrımı paylaşıp, bu sırrı paylaştıklarını benimle paylaşmayacaklardı. Bu minik oyundan zevk almaya başlamıştım.. Resepsiyonun yan tarafında o zamanlar yerde olan minderlere oturdum, bir kaç kişi ile göz teması ile selamlaştım Bir şekilde anladım ki blogunu takip ettiğim kızın ta kendisi şu köşedeki,  Defne. ‘Ne kadar da miniminnacıkmış’.. Yazılarını beğeniyorum, her gün açıp yazı eklemiş mi diye bakıyorum ya, kendisinin iri olması gerekiyor, gözümde büyütmüşüm hem de fiziksel olarak... Saçmalığa bak !!

Sınıf boşaldı ve bizim ders başlayacak, haydi içeri.. Matımı sınıfın tam ortasına serdim ki sağımda soluma herkesi görebileyim. Aklıma hiç poz gelemeyecek diye korkuyorum, o yüzden dersteki herkese çok ihtiyacım var, ya da öyle hissediyorum. Minik bir selamlaşma ile başladık, herkes kendi uygulamasında, kimi oturarak meditazyonda kimi yatarak, bir baktım ders su gibi aktı..  Sağıma soluma bakmaya hiç ihtiyaç duymadan geçiverdi ilk kendi yogam. Sadece Zeynep’i hatırlıyorum bir ara bacağını omuzdan arkaya almış. ‘Yok canım’ dedim geçtim.  Matımın üstünde ne olduysa oldu ve bana çok iyi geldi, iş çıkışı hissettiğim paralize olmuş can sıkıntısı uçup gidiverdi. O gece benim buna ihtiyacım varmış. Her zaman bahsettikleri, matın üstüne çık ve beden sana neyi istediğini söyleyecek, sadece onu dinle ve izle.. Tek taktik bu. Budur işte budur
Delik tayt, Teresa’nın doğumgününü satmak ve ilk kendi yogamın hikayesi budur J

Namaste.

29 Kasım 2011 Salı

Dora Maar Koltukta Oturmuş da bir Hüzün Tutturmuş

2005 Kasım’ında Granada’dan günü birlik gittiğim Malaga’da Picasso müzesinin kapısına vardım ve büyük bir hayal kırıklığı.. Müze kapısında asma kilidi görünce ‘Ne oluyor?’ dedim. Aldm cevabı ‘Bugün Pazartesi müze kapalı.’ Bugün Pazartesi bütün dünyada müzeler kapalı, haftasonu ziyaretçilerden yorgun düşmüş tablolar uykuda.. O zaman içimdeki şaşkınlık ve ne yapacağını bilmezlik içinde müzenin önündeki hediyelik eşya mağazasının dışarıda sergilenen reprodüksiyonlarına bakakaldım uzun bir süre. Müzede geziyormuş havasına girdim tozlu kartonlara bakarken. ‘Oturan Dora Maar’ a o zaman vuruldum. 10 € ya onu aldım.. İstanbul’a dönmeden uzun seyahatlerde onu el üstünde tuttum, eve gelince salonumun baş köşesinde ağırladım onu..

Dora başarılı bir fotoğrafçı, Pablo ile tanıştığında ve birbirlerine aşık olduklarında O 29 yaşında, Picasso 54. Uzun bir beraberlik, tutkulu, kavgalı, gel-gitli, bağımlı. Dora güçlü bir kadın ama Picasso’nun deliliği ve ele avuca sığmazlığı onu dengesizleştirmiş. 8 senelik beraberlik sona erdiğinde Dora’nın akıl sağlığı pek de yerinde değilmiş. Picasso’dan sonra yani 35 yaşından itibaren ciddi bir ilişki yaşamadan,  89 yaşında ölmüş.

Bu tabloda Picasso onu nasıl tasvir ediyor? Tamamen bana hissettirdikleri şöyle.... Dora profilden bakarken bile yüzünün diğer yanı var, içinde kaç tane Dora var, Pablo’nun aşık olduğu Dora, Pablo’yu deli  eden Dora, güçlü Dora, zayıf Dora, hepsi Dora.. Dora bir bütün.. Yüzünde bir sürü renk var, olmayacak renkler, pembe yeşil mavi.. yani her şey Dora’da var, Pablo bunun farkında ve onu öyle beğeniyor. Dora’nın aklını kaçırmasına sebep ne acaba diyorum.. O Pablo’daki her şeyi görüyor ama onu olduğu gibi sevemiyor mu acaba? Seviyor ama başka kadınlarla onu paylaşamıyor, bu özelliğini çıkarıp Pablo’dan atsa mutlu olacaklarını mı düşünüyor? Ama o zaman da Pablo Pablo olmayacak, onu o zaman sevebilecek mi? Pablo’yu bütün olarak, olduğu gibi kabul edemediği için mi aklını kaçırıyor Dora Maar? 

27 Kasım 2011 Pazar

Şehir Orman

Modern Dans Topluluğu'nun 2011 İstanbul projesi
Fulya Sanat Merkezi'nde gösterimde
İzleyin
Çocuklarınızı da götürün


İnsan olmanın farkındalığını sanatla birleştirmenin zor olduğu bir alan var ülkemizde malesef, işte tam da bu yüzden, tam da bugün teşekkür ediyorum Modern Dans Topluluğu'nu güzel çalışması için.


Gözüm gönlüm açıldı.
Gözlerden kalbe akan bi' çizgi boyunca
Şehir'deki Orman'ı
Orman'daki dengeyi görmek
Ne iyi geldi


Sürekli kaybedip kaybedip tekrar bulduğum bir farkındalık halini
canlı canlı , insan bedeninin uçuşan zerafeti aracılığıyla görmek iyi geldi.


Unuttukça insanlık halini, doğaya verdiğimiz zararı tekrar hatırlamaya yardımcı oluyor Dans. Güzel olana şartlanmak lazım..
Neden mi?  'Başımız dik yürümemiz gerekiyor, çünkü boynumuza kadar boka batmış durumdayız' (ya da bu cümlenin benim aklımda kalan hali bu) Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü'nün sonuna yakıştırmıştı Dario Fo bu replikleri.


İyi olana , güzel olana şartlanmak için araçlar bulmamız lazım, o araçlara giden yollar çetrefilli olsa da emek vermek, zaman ayırmak, kaynaklarımızı aktarmak lazım. Yoksa bu balçığın içinde haberlerden, dizilerden ve futboldan beynimiz temizlenmeyen akvaryum suyuna dönüyor. 


Bu yüzden kendin için iyi bir şey yap,
gözlerine bir ziyafet sofrası kur Fulya Sanat Merkezi'nde
Şehir-Orman'a git !!


Alkış.


(Fotoğraftaki Burak Yamantürk, Şehir Orman'da)

26 Kasım 2011 Cumartesi

Bensiz gitme, istemem

İstemeyiz gitmesini, gitmesini istemediğimizin..
İstemediğimiz halde giderse, bizdeki bizi de götürür.
Biz ne gitmesini istemediğimizsiz ne de sevgisiz yapabiliriz.
Giden gider ama biliniz ki aşkı kalır.
Aşkının gitmesini istemem.. Ey Aşk !
Gitme istemem...

Gitme İstemem
Demek sen böyle salına salına bensiz gidiyorsun ey canımın canı.
Ey, dostlarının canına can katan,
Gül bahçesine böyle bensiz gitme istemem.

İstemem, ey gökkubbe, bensiz dönme
İstemem, ey ay, bensiz doğma.
İstemem, ey yeryüzü, bensiz durma
Bensiz geçme, ey zaman, istemem.

Sen benimle beraberken
Hem bu dünya güzel bana, hem o dünya güzel.
İstemem, bensiz kalma bu dünyada sen,
O dünyaya bensiz gitme, istemem.

İstemem, ey dizgin, bensiz at sürme.
İstemem, ey dil, bensiz okuma.
İstemem, ey göz, bensiz görme.
Bensiz uçup gitme, ey ruh, istemem.

Senin aydınlığındır aya ışığını veren geceleyin.
Ben bir geceyim, sen bir aysın madem,
Gökyüzünde bensiz gitme, istemem.

Gül sayesinde yanmaktan kurtulan dikene bak bir.
Sen gülsün, bense senin dikeninim madem,
Gül bahçesine bensiz gitme, istemem.

Senin gözün bende iken
Ben senin çevganın önündeyimdir.
Ne olur, öylece bak dur bana,
Bırakıp gitme beni, istemem.

O güzelle berabersen, sen ey neşe,
İstemem, sakın içme bensiz.
Hünkarın damına çıkarsan, ey bekçi,
Sakın bensiz çıkma, istemem

Bir şey yoksa bu yolda senden,
Bitik bu yola düşenlerin hali.
Ben senin izindeyim, ey izi görünmez dost,
Bensiz gitme, istemem.

Ne yazık bu yola bilmeden, rasgele girene!
Sen ey, gideceğim yolu bilen,
Sen ey yolumun ışığı, sen ey benim değneğim,
Bensiz gitme, istemem.


Onlar sadece aşk diyorlar sana,
Oysa aşk sultanı mısın sen benim.
Ey, hiç kimsenin düşüne sığmayan dost,
Bensiz gitme, istemem.

 Mevlana Celaleddin Rumi 

25 Kasım 2011 Cuma

Danışmanlığın Zen Yolu'ndan...

‘Mistikler sevginin evreni bir arada tutan güç olduğunu söylemekte. Belki de bu yüzden sevgi gerçekten bizi etkisi altına aldığında, sanki evrensel bir güç içimizde hareket ediyormuşçasına alçakgönüllülük içine girer ve hayranlık hissine kapılırız. Bu aynı zamanda bizim onu kontrol edememe, sağlama alamama, yönlendirememe veya onun ile ilgili söz verememe nedenimizdir.’Svagito Liebermeister

24 Kasım 2011 Perşembe

Yoga İle İlk Tanışıklığım ! Bu parça eski patroniçem Sabina'ya gitsin...

Aslında Cihangir Yoga’lı hayatım başlamadan yaklaşık 1 sene öncesine ait bir hikaye var. Trajikomik :)

Eylül 2007 olmalı.. O zamanlar merkezi Barselona’da olan bir tekstil şirketinin İstanbul ofisinde çalışıyorum ve ara ara Barselona’daki ofise gidiyorum.. Yine öyle zamanlardan biri.. Akşam Calle Muntaner’deki ofisten patroniçem ile çıkmışız . Sabina (Mutlu olan) ile yürüyoruz, Sabina bana ‘Ne yapacaksın?’ diyor, ben ‘Hiiç’ diyorum. ‘Benimle yogaya gelsene’ diyor ‘Hem altında tayt da var’. Hiç bir fikrim yok yoga ile ilgili ama ‘Peki’ diyorum.  L'eixample’de sıradan apartmanın yüksek demir kapısındagm giriyoruz, bina biraz loş, merdivenlerden çıkıyoruz, bir apartman dairesinin kapısı açılınca tütsü kokuları hemen farkediliyor, girişte minik bir masa var, minyon bir kız karşılıyor bizi, sonradan anlıyorum, O yoga hocasının ta kendisi.  Sabina’yı izliyorum, stüdyo olan salonun hemen yanında minik bir odada kızlı erkekli giyiniyoruz, orda bambu matlar var, daha sonra hiç görmediğim, onlardan birer tane kapıp stüdyoya ders için yerleşiyoruz.

Grup toplam 6 kişi, hocamız güneyli bir kız, hafif esmer, iri kalçalı, sesi derinden geliyor, flamenkonun yogaya uyarlanmışı sanki, yumuşak ve tırtıklı bir ses tonu ( o da nasıl bi’ şeyse..) var.  Grupta,  yoga ile yeni tanışan tek ben, diğerleri bir süredir yapıyorlar. Yogayı bırak, beden farkındalığım  evlere şenlik durumda. Uzuvlarımın bırak ispanyolcasını ingilizcesini, türkçesini bile bilmiyorum. Ders başladı. Herkes matın hafif arkasında meditasyon için oturarak yerini aldı. Meditasyon oturuşu ile bendeki huysuzlanma başladı, hayatımda hiç bağdaş kurmadım ki, en son ne zaman yerde oturdum onu bile hatırlamıyorum, artık plajlarda bile kuma havlu sermiyoruz, hep toprakla arada bir mesafe var.. Neyse, popomun altına herhangi bir yükseklik takviyesi verilmeden ve ben herkesin rahatça oturmayı nasıl başardığına (bakınız oturmak bile bir başarıdır bazen :)) hayretle kısa meditasyonu tamamladım. Sonra Güneşe Selamlar izledi, sonrasında yavaş ama yoğun Aştanga serileri. Dersin bir yerinde tüm grup Uphavisthakonasanadayız. Ama ben değilim, poza giremiyorum bir türlü. Yere oturdum, bacaklarımın arasını doksan derece açtım, dizlerim bükülü, diz kapaklarım göğüslerim ile aynı hizada ve ben gövdemin gökyüzüne doğru uzaması için hala büyük bir çaba gösteriyorum, bacaklarımı yere paralel uzatmaya kalktığımda belim arkaya yuvarlanıyor ne kelime, sırt üstü düşüyorum resmen. Bi’ ara kafamı kaldırıp etrafa bakıyorum, herkes bacaklarını uzatmış öne doğru katlanmış, pozun şifasını içiyor resmen. Allahım bu ne yaaa....

O dersten çıktıktan sonra ‘‘Yoga doğuştan esnek insanlara göre demek ki’’ düşüncesi geldi ve kaldı bende, taa ki  yaklaşık bir sene sonra Cihangir Yoga’ya gidinceye kadar... 

Ve ben kesinlikle o doğuştan esneklerden değildim. Aslında doğru olan bendim, yoga yanlıştı. Nasıl? Zihin ne güzel kendini koruyor, değil mi yahu? Bizim oralarda, Anadolu coğrafyasında kadının bedeni ayıptır, bu yüzden yok sayılır. Erkek fatma yetiştirilişimin yegane sebebi budur. Zihnim benim en kıymetli hazinemdir. Bu sebep sonuç ilişkisi ile bedenimi görmezden gelmeyi yine başardım.  Bedensiz olabilir ama zihnim olmadan aslaa :)

Ben sanki bir legoyum, tak zihin , çıkar beden, oldu sana düşünen insan. Tak el, tak zihin, al sana ev işi yapan kadın Süper Selma :) Aah ne kadar yüce..

Parça parça olmak ya da bütün olmak ! Işık yandı birden ! Maestro !  

22 Kasım 2011 Salı

Ben de Yogaya Böyle Başladım

Herkesin bir yogaya başlama hikayesi vardır
Ben bilmez miyim
Herkesin kalın kalın kabukları olduğu gibi
Bir de içerdeki özü
Herkesin bir yogası vardır
Ben bilmez miyim
Bir de yogasızlığı 


(Affet Beni Yılmaz Odabaşı :)


Kabuklarımdan soyula soyula en ben olan içerdeki bana doğru bir yolculuğa çıktığımı hiç bilmiyordum  2008 Mayıs’ında Cihangir Yoga’nın yolunu tuttuğumda..
Üniversite zamanlarından ev arkadaşım Teresa (Demirkanlı olan), git Amerika gel İstanbul , git İsviçre gel İstanbul dolanırken harita üzerinde, Aştanga diye bi’ şeye tutulmuş onu anlatıyordu, Nişantaşı House Cafe’nin ( şu eski olan) arka bahçesinde.. Ben kamburumun içine çökmüş, bedenimi taşıyamıyor olmanın keyifsizliği ile onun anlattıklarına bakakalmıştım :) Sorduğum soruyu hatırlıyorum  ‘Yoga kas yapar mı canım?’ O da bluzunun kolunu sıyırıp  üst kol kaslarını göstermişti bana. Sonra Cihangir’de almış olduğu 10 kuponun birini kullandığını diğerlerini benim kullanabileceğimi söyledi. Bu dünyadaki en kıymetli hediyeydi ve hep öyle kalacak.

Bir kaç gün sonra Özge (Şarlı olan) ile mailleşiyoruz, ona Cihangir’de bir Yoga Merkezi varmış hadi oraya gidelim dedim, haydi dedik akşam eve uğrayarak bir tayt bir tişört kendimizi Zeynep Çelen’in başlangıç dersinde bulduk..

Ders boyunca çektiğim fiziksel zorluklar, titremeler, sarsılmalar hiç hoşuma gitmedi ve dersin ortasında bir daha yogaya gitmeyeceğimden emindim. Sonra son dinlenme pozu ‘Şavasana’ya geldiğimizde, hayatımda ilk defa bedenimle ilişki kurduğumu gördüm. Bedenimle yerçekimi arasındaki büyük sürtüşmeye tanık oldum. Hep yapmaya koşullanmış, koşturmaca içindeki ben, konu bırakmaya geldiğinde onu yapamadı, yerde yatmış uzanırken sanki bir uçan halının üstündeydim, ne göreyim toprakla aramda bağ kalmamış ama maalesef uçamıyorum da.. Asılı kalmıştım,yere 5 cm paralel, havada, yani arafta.. 

Bırakamayan Ben’e şahit olunca onu merak etmemek elde değil.. Yani ‘bir ben varmış benden içeri’ . İçerdeki O Ben, kitaplarda yazmıyormuş, açıp okuyup da öğrenmeye. Hep alışmışız ya kitaplardan öğrenmeye, başkalarının deneyimlerinden ders almaya.. O Ben , kendi kendine gidilecek bir yolda kimsenin yol göstericiliği olmadan sana kapılarını açıyormuş, sen (yani O Ben) o yolda olduğunu bile bilmezken.

Üstelik O Ben’e giden yol yine benden geçiyormuş; farklı coğrafyalar, kitaplar,  aşklardan değil.

Nasıl mı oldu?  Hiç bir fikrim yok, o öylesine geldi, sadece hatha yoga uygulaması yapıyordum, ona bir anlam yüklemeden..

2008 den bu yana yıllar nasıl aktı? İşte böyle, o yolda akarak, sabahları Gebze’de elektrik trafoları üreten bir şirkette projelerin maliyetlerini incelerken, akşamları uzuun bir trafik yolculuğu akabinde  yogamı Cihangir Yoga’da yapmaya devam ederek, merakla ve her defasında ilk defaymış gibi.  Derken ‘kediyi merak öldürürmüş’ hesabı eğitimler, seminerler, yoga inzivaları girdi hayatıma. Kasım 2009’da Berivan Aslan ile 5 saatlik Anatomi Seminerine katıldıktan sonra, her insanın anatomik olarak da biricik olduğu bakış açısını farkedince, kendi yogam ve bedenimi kabullenişimde bir devrim oldu. Mayıs 2010’da ilk yoga inzivasına Zeynep Çelen’in Freedom Yoga Kampı ile Kaz Dağları Hızır Kamp’ta katıldım. Eylül 2010’da Zeynep Çelen ve Zeynep Aksoy’un beraber düzenledikleri yoga kampında Yin Yoga, Hatha Yoga uygulamalarının yanında Aile dizilimi çalışmalarını deneyimleme fırsatım oldu. Ocak 2011’de  Zeynep Aksoy ile 200 saatlik Temel Yoga Hocalık Eğitimi’ne başladım. Bu süreçte heyecanıma heyecan katan 40 arkadaşım ile yogayı öğretmeyi öğrendim ve Eylül 2011’de mezun oldum. Nisan 2011’de Dynamic Yoga’nın kurucusu Godfrey Devereux ile 10 saatlik Dinamik Yoga Asana Kursu, Mayıs 2011’de Yin Yoga’nın öncüsü Paul Grilley ile 12 saatlik Çakra ve Meridyenler kursu derken şu anda Ekim 2011’de başlayan Banu Çadırcı ile Yoga Terapi Hocalık Eğitimi’ne devam ediyorum, beden farkındalığı ve yoganın teröpatik yönünü merak etmeye, her ne oluyorsa bakmaya araştırmaya, yogayı uygulamaya ve öğrenmeye, öğrendiğimi paylaşmaya  devam ediyorum..

Eyvah Kabuklarımdan Soyuluyorum :)

Ortalıkta olmaktan rahatsız oluyordum hep
İzleniyormuşum duygusu beni ısırıyor
Aslında ne güzeldir birileri sana bakıyorsa değil mi
Ama ben korkuyorum hep beğenilmemekten
Beni önceden beğenenlerin daha sonra beğenmeme ihtimallerinden
Sunum için çıktığımda kürsüye rezil rüsva olmaktan
Düşündüğümü söylediğim zaman ‘ne saçma’ denmesinden

Ben onları beğenmeyeyim hiç bir sıkıntı yok
Ama eyvahh onlar beni istemezse ..
Yandım o zaman

Derken gel zaman git zaman erteledim bu blog konusunu
Yazdıklarımı bilgisayarımda gizli saklı bir köşede tuttum
Sonra kimliği gizli bir blog yaptım, oraya bazı yazılarımı koydum
Ve kimliğim gizli olsa bile utandım , o bloga devam etmedim
Yazılarımı bilgisayarımın en ücra köşesinde tutmaya devam ettim
Ödüm kopuyor hala,  aman biri okur diye..